Eveeet gelelim Ramazan'da eğlencelere...
Düşünsenize elektrik yok, televizyon yok, internet yok, hatta radyo bile yok...İnsanlar bütün gün ruç tuttuktan sonra akşam teravih namazından sonra ne yapıyorlardı acaba?
Davullar, toplar ve kandillerle karşılanan Ramazan yine davullar, toplar ve kandillerle uğurlanırdı. İftarı müteakip gelen davulcu türlü türlü maniler okur, bahşiş almadan da gitmek istemezdi. Maniler İstanbulluların edebi zevklerini yansıtır ve Ramazan’ın doğasına uygun bir şekilde bolluktan bereketten, rahmetten bahsederdi. Elbette ki manilerin nakarat kısımları davulcunun bahşiş isteği ile sonuçlandırılırdı. Dersaadet’in davulcuları günümüzdeki gibi gürültü çıkarmazlar, türlü numaralarla adeta ayaküstü şov yaparlardı. Ahâli, özellikle de çocuklar, davulcunun geleceği saati büyük bir merakla bekler, onun peşi sıra sokakları dolaşırlardı. Ramazanların en gösterişli eğlenceleri hiç şüphesiz ki ışık oyunlarıydı. Şehrin çeşitli yerleri özel kandillerle aydınlatılır, konak sahibi İstanbullular evlerinin önlerini ışıklandırırdı. Fakat insanların dikkatini en çok celbeden ve büyük bir eğlence kaynağı olan ise bazı Selâtin camilerinin minarelerinin arasına iple kandiller asılarak, yazı ve şekillerden oluşturulan mahyalardı.
Mahya, Farsça mâh (ay) isminden Arapça “-iyye” ekiyle oluşturulmuş, Osmanlıca mâhiyye (aylık, aya mahsus) kelimesinin günümüz Türkçe’sindeki şeklidir. Recep, Şaban, Ramazan aylarının halk arasında adları verilmeden sadece "üç aylar" olarak anılması gibi mahya da yine adı verilmeden "rama¬zan ayına mahsus" anlamını kazanmış olsa gerektir. Bununla birlikte yine Ramazan gecelerinde iç mahya, zemin mahyası, gezdirme mahya, taraklı mahya başta olmak üzere, kaftanlama, kandil/fener uçurtma gibi iç ve dış mekânların aydınlatıldığı farklı tarzlar da mevcuttu.
Ramazan akşamlarında özellikle çocuklar için en eğlenceli faaliyet Karagöz-Hacivat oyunuydu. Genellikle kahvehanelerde kurulan perdeye verilen ışıkla deve-dana derisinden yapılan karakterler sahnelenirdi. Gösteri perde gazeli ile başlar ve bu gazelde genellikle tasavvufi bir dil kullanılırdı. Başlangıçta “Hayy Hak” ya da “Ooof… Ya Hak” girişleri olmazsa olmazdı. “Perde kurdum şem’a yaktım gösteren zıll-i hayal, sanmayın perdeyi bezden hisse aldım ben bu sözden. Sanmayın zıll-i hayaldir perdemiz, namustur, edeptir irfandır perdemiz” şeklinde bir gazelle Hacivat sahneye çıkar ve insanları eğlendiren, bu arada irfana, edebe davet eden bir gösteri sunulurdu. Bir deyişe göre perdenin bir ucu şeriat, diğer ucu tarikat, diğer ucu hakikat ve dördüncü ucu da marifet olarak tanımlanırdı. Perde mekânı dünya; tasvirler, figürler ise bizleri, ışık kaynağı da ruhu simgelerdi. Mumu, ışık kaynağını söndürdüğünüzde ruh yok olur ve tasvirler perdeden kaybolurdu.
Eski Ramazanlarda halkın en sevdiği seyirlerden biri de meddahlıktı. Sözlükte medheden anlamına gelen bu gösteride heyecanlı hikâyeler anlatılır, çeşitli şive taklitleri yapılır, insanların eğlenceli vakit geçirmeleri sağlanırdı. Meddahların kendilerine ait usul ve adapları vardı. Yüksekçe bir yere otururlar, kürsünün üzerinde sürahi ve bir bardak bulunurdu. Meddah, makamına geçecek, arada ağzını silmek için omzuna bir çevre atarak, hikâyesinde kapı çalmak, ihtiyar bir adamın yürüyüşünü taklit eylemek gibi yerlerde kullanmak üzere kalınca bastonu elinde, söze başlardı: “Sühensâz-ı gülistân-ı nezâket / Dinle imdi bende-i âcizden bir hoş hikâyet”. Bu mukaddimeden sonra meddah “İsim isme, kisib kisibe, semt semte benzer, geçmiş zaman söylenir, yalan gerçek vakit geçer” diyerek hikâyesini anlatmaya başlardı.
Ramazan geldiği gibi de ihtişamıyla uğurlanırdı Osmanlı'da...Ama bunu şimdi anlatmayacağım size...O gidişteki edayı, hüznü ama bir o kadar da mutluluğu Bayrama yakın anlatacağım...
Sevgiler
Eda.Stardoll
Yazı:Alıntıdır
Resimler:Google